BERÇİNYAYALAR KÖYÜ WEB SİTESİ
 
  ANA SAYFA
  RESİMLER
  ALİ SEMERKANDİ HZ
  EKNM-COĞ-İKL-TARİH
  SON DAKİKA
  SPONSORLAR
  ULAŞIM
  GOOGLE UYDU
  DUYURULAR
  ONLİNE MUSİC
  e-KURUMLAR
  SOSYAL SORUMLULUK
  SON DEPREMLER
  ANKET
  GOOGLE ARAMA
  MUHTAR VE DERNEK BŞK.
  GEZİ REHBERİ
  İLETİŞİM
  SAYAÇ
GEZİ REHBERİ


Sağlık ve Termal
 
      Kaplıca deyince ilk akla gelen sıcak ve şifalı sulardır. Bir çok derde deva  oldukları inancı, dün olduğu gibi bu gün de yaygındır. Her kaplıcanın, halk ağzında bir öykü ve övgüsü vardır.

      Bir köyün kızları, her gün kaplıcada yıkandıkları için, komşu köyün kızlarından daha güzel, daha alımlılarmış. İki köy, bu hamam yüzünden kavgalar bile yapmış.

      Bir şehrin gençleri diğerinden daha güçlüymüş ve  her savaşta galip gelirmiş. Çünkü ihtiyarları, savaştan önce askerlerini muhakkak kaplıcaya gönderirlermiş.

      Bir avcı yaraladığı geyiği, birkaç gün sonra sağlam olarak karşısında görmüş. Tekrar ateş edip yaralamasına rağmen geyik gene kaçmış. Bu olay birkaç defa tekrarlanınca, peşine düşen avcı, geyiğin bir kaynakta yaralarını ıslattığını görmüş.

      Vücudunu saran yaralardan bir türlü kurtulamayan bir bey kızı, köylülerin yaralı ve hasta hayvanlarını soktukları sudan birkaç bakraç dökününce, tekrar ayın ondördü kadar güzel olmuş.

      Bozdağ’ın ardındaki kaplıcaya giden yaşlı kadınlar gençleşiyor, çirkinleri güzelleşiyormuş. Araba ile götürülüp, kucakta suya indirilen felçliler yürüyerek köylerine dönüyor, romatizmadan bacakları tutmayan yaşlılar, kaplıcaya girdikten sonra, daha orada bastonlarını kırıp atıyorlarmış.

      Çamlıkdaki çamura, 21 gün devamlı şafakdan önce gidip giren kısır gelinler, bir yıla kalmadan hamile kalıp, nurtopu gibi çocuklar doğuruyorlarmış.

      Kırkpınarların suyundan içenler, bir daha karın ağrısı nedir bilmiyorlarmış. Hele kırk tas içenlerin yüzünden kanlar damlıyormuş.


      Bu ve benzeri öykülere, dünyanın her tarafında rastlamak mümkün. Şüphesiz bunların gerçek yanları da yok değildir. Eğer öyle olmasaydı, tarih boyunca insanlar sıcak su kaynakları başlarında koca koca hamamlar, oraya gelenlerin rahat ve huzur içinde vakit geçirip dinlenmeleri için konaklama tesisleri ve binlerce kişilik açık hava tiyatroları yaparlar mıydı ?



      Halk dilinde, kaplıca suyunun havuza aktığı yere “Aslan Ağzı” deniyor.  Acaba, altına girenlere aslan gücü verdiği inancından dolayı mı bu isim verilmiştir?

      Bizler, böyle kaynaklara sahip bir merkezde bulunmamıza rağmen, yukarıda anlattığımız gibi, yaşlıları gençleştirip çirkinleri güzelleştiren, zayıflara aslan gücü veren, yaraları kapatan, felçlileri yürüten ve kısır gelinleri mutlu eden bu suların sihrini, daha doğrusu şifa veren gücünün nereden geldiğini  biliyor muyuz ? 

 
      a-Şifalı Suların Güç Kaynağı:

      Güneşden kopup zamanla soğuyan, ancak merkezi halen kaynar halde ve ısısı 9.000º C olan dünyanın merkezinde maddeler, ne molekül, ne atom ne de atomun parçacıkları olan elektron ve proton şeklinde bulunmaktadır.

      Bu maddeler, atomlar, proton ve elektronlar ve hatta onların partikülleriyle devamlı bombardıman edilerek, muazzam bir enerji serbest kalmaktadır. Belki burada da, güneş enerjisinin meydana gelişinde olduğu gibi bir füzyon (birleşme) gerçekleşmekte, daha kuvvetli bir ihtimalle de bu enerji, radyoaktif maddelerin parçalanması sırasında meydana gelmektedir.

      Dünyada canlılığın devamını sağlayan enerji 150 Milyon Km. uzaklıktaki güneşten geldiğine göre, güneşin yaşayan bir parçası olan dünyanın merkezinden, 6.000 Km. uzaktan aynı enerji, şifalı sular aracılığı ile niçin bize ulaşmasın?

      Şifalı suların çıktığı mağaralarda, milyonlarca yıl önce yaşayan ve canlı hayatı  başlatan mikro organizmalar bulunmuştur. Yani kaplıca sularında onları yaşatan bir güç var. Şifalı sular, canlılığı başlatan bu gücü belki de bügüne, taşıyarak getirdiler.

      Netice olarak, bugün bildiğimiz bileşimleri, bu şifalı suların şifa güçlerini açıklamaya yeterli olmayıp, metafizik bir güç olarak kalmaktadır. Bu sular Cenab-ı Allah’(C.C.) ın bize bağışladığı sayısız nimetlerden biridir. Dileğimiz, gözemizde kaynayan, veya aslan ağzından şarıl şarıl akan şifalı sularımızın kesilmemesi ve şifasını bizden esirgememesidir.

         b-Şifalı Suların Meydana Gelişi:

       Şifalı sular ısıları, renkleri, koku ve tadları itibarı ile evde kullandığımız sudan değişik olup kayalar arasından kaynarlar.

      Sıcaklığı 20º C nin altındaki sulara “İçmece”,  daha sıcak sulara da “Kaplıca, Ilıca, Terme veya Çermik” denir. Kaplıca, üstü kapatılmış ılıca demektir. Kaplıcadan, banyo almak şeklinde faydalanıldığı için, bu tedaviye “Kaplıca tedavisi” deniyor. Bu suların ısıları 70-80º C, bazı yerlerde ise 120º C’ye kadar çıkmakta, bazı yerlerde de buhar olarak fışkıran sular  bulunmaktadır.

      Toprağın sıcaklığı derinlere gittikçe artar. Isınma her 30 Metre için 1º C olarak hesaplanmakla birlikte,volkanların yakınlarında daha çabuk ısınma olabilmektedir. Derinlere indikçe artan ısı, dünyanın merkezinde 9.000º C’yi bulmaktadır.

   
      Şifalı sular iki şekilde meydana gelmektedirler:


      1-Yeryüzüne yağış olarak inen sular, toprağa sızarak derinlere indikçe bir yandan ısınırlar, bir yandan da geçiş yolları üzerinde rastladıkları maden ve tuzları eritip bünyelerine alırlar.

      Isınan ve bileşimleri değişen, toprak katmanları arasında uygun bir yer bulabilirlerse, tekrar yeryüzüne çıkarlar. Bünyelerindeki madensel madde (mineral) ve tuzlar, aşağıda belirtileceği gibi birçok rahatsızlığı tedavi ettiklerinden dolayı ”Şifalı su” olarak anılırlar.

      2-Dünyanın daha derin katmanlarında,yeryüzünden sızan sulardan farklı olarak, fiziksel ve kimyasal usüllerle meydana gelen ve bünyelerinde yine erimiş madensel madde ve tuzların bulunduğu sıcak sular da, yer kabuğu katmanları arasından bir yol bularak yeryüzüne çıkarlar.

      Bu konuda başka görüşler de var. Bunlardan birine göre; sıcak sular, petrol yataklarına benzer şekilde derinliklerde bulunan yer altı göllerinden gelmekte. Diğer bir görüşe göre de, dünyanın merkezinde erimiş halde bulunan hidrojen, yeryüzüne doğru yükselirken, yolu üzerinde rastladığı oksijen ile birleşerek, su ve su buharı haline geliyor.

    Ancak, topraktan süzülen ve içinde erimiş maden ve tuzlar bulunmasına rağmen, kuyu suları, göl suları ve deniz kenarındaki süzülme sular, şifalı su değildir

      Şifalı suların bileşiminde bulunan ve tabiatta serbest halde olan madensel maddeleri alıp, kullandığımız suya katarak aynı sıcaklığa getirsek, kaplıcanın verdiği şifayı vermezler . Hatta bu maddeleri, kaplıca suyundan ayırıp tekrar aynı suya katsak bile şifa verici özelliğini kaybediyorlar. Bu, gizli bir sırrın gücü, Allah’ (C.C.) ın bize bağışladığı sayısız nimetlerden birisi.

 
      c-Kızılcahamam Kaplıcaları:

       Kızılcahamam kaplıcalarının geçmişi Roma İmparatorluğunun parlak devirlerine kadar uzandığı sanılıyor. Büyük kaplıca yanında bulunan ve Romalılara ait olduğu bilinen eski hamam kalıntılarından dolayı böyle bir fikre varılmıştır. Halk arasında da Roma Hamamı olarak bilinen bu eski hamamda iki büyük havuz ve yeraltından çıkan termal suyun dinlendirildiği büyük bir depo mevcuttur. Bu depo ve havuzlar, yumurta akı ile karıştırılan toprak ve kilden müteşekkil bir karışım ile sıvanmıştır.


     12.Asırda  Anadolu’da 300 sıcak su hamamı bulunduğu belirtiliyor.

     Tarihi kaynaklar, 1402 Ankara Savaşı sırasında (belki de savaşdan hemen sonra Ankara’da kaldığı bilinen sekiz günlük süre içinde) Timur’un, aksayan bacağına şifa olsun diye bölgedeki kaplıcadan faydalandığını, sık sık banyo aldığını, hatta sıcaklığı 80º C olan kaplıca suyunda yıkanırken, bacağını birden suya soktuğunda yanma hissedip: ”Aman bre Kızılcahamam!” diye bağırdığını ve ilçenin isminin de buradan geldiğini belirtiyorlar.

      Ali Cevad Efendi’nin, “Memalik-i Osmaniyye’nin Tarih ve Coğrafya Lügatı” nda, ilçemizde “biri Sek Hamamı’nda, ikisi de Kızılca’da bulunan kaplıcalardan bahsederek, terkibinde şap, kükürt ve çelik olan kaplıcaların iç ve dış hastalıklara olağanüstü yarar sağladığı, Ankara ve civar illerden pek çok ahalinin tedavi için buraya gelip 60 odalı hanlarda kaldığını”  anlatılıyor.

      Ayrıca kaplıcalarımız, tarih bölümünde de belirttiğimiz gibi, 1914 yılında ilçe merkezinin Pazar’dan Kızılcahamam’a  taşınmasına da (Ankara Valiliği’nin başkent İstanbul’a yazdığı teklifde) sebep (ve bahane) teşkil etmiştir. Bu tarihde de hamam ve yanındaki 60 odalı bir handan bahsedilir.

      ATATÜRK ilçemizi ziyaret ettiği 16-17 Temmuz 1934 de büyük ve küçük kaplıcayı da gezmiş ve buraların geliştirilmesi yönünde direktifler vermiştir.

      Bu tarihlerde kaplıcalarımızın havuzları sıcak suların yerden kaynadığı yerde idi. Yani sıcak su  yeryüzüne çıktığı yerdeki havuza toplanır ve burada banyo alınırdı. Havuza da bir taş merdiven ile inilirdi.

      Kaplıcalarımız, böyle ilkel bir yapı ve kullanımda iken 1943 de zamanın Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ ın yardımları ve bizzat katıldığı temel atma töreni ile yenilenmeye başlanıp bu günkü yerine yeniden inşa edilir. İnşaat devam ederken sıcak suyun kaybolduğu görüldü. 1945 yılında inşaatı bitirilen tesiste, erkek-kadın bölümleri, bu bölümlerde büyük mermer havuzlar, soyunma ve dinlenme yerleri yeniden düzenlenmiştir.

      O yıllarda Özel idare mülkiyetindeki kaplıcalar, 1961 yılında belediye tarafından 900.000 TL ye satın alınmıştır.

 
      İlçemize ilk fizik tedavi uzmanı olarak 1953 de Dr.Nusret Şakir bey atanır. 1960 sonrası ise, halkın yakından tanıdığı Dr.Hakkı Atay fizik tedavi uzmanı olarak çalışır ve sezonluk 600 hastaya zamanın teknolojisi ile hizmet verir.

      Son olarak da 1975 de ise zamanın belediyesi tarafından üstüne bir kat daha çıkılmış, ortasında göbek taşı bulunan yıkanma yeri havuzun olduğu bölümden ayrılarak sauna haline getirilmiş, soyunma  ve özel banyo kabinleri çoğaltılmış, fizik tedavi bölümü daha da geliştirilmiş ve idari bölümler eklenmiştir.

     1984’e kadar kaplıcalarımız kendi tabii kaynaklarını kullanıyorlardı. O yıl M.T.A. ve belediyenin ortak çalışması ile Küçük Kaplıca yanında yapılan sondajda çok miktarda sıcak su çıkarıldı ve kaplıcalara verilmeye başlandı. Kaplıcalarımız tabii çıkışlı 3 kaynağa ilave olarak jeotermal enerji temini için açılmış iki kuyudan daha beslenmektedir ve Ph değeri 7 dir. Kaynak akım değerleri ise 60 Lt/ Sn.dir.

      1994 de ise belediye tarafından girişe turnikeler konularak hem yaz aylarındaki  izdiham, hem de hamamdan faydalanma konusundaki spekülasyon önlenmiştir.

      Yapılan bu hizmetlere rağmen kaplıca tesislerinin yeterli olduğu söylenemez. 

      Gene de bu halleriyle bile kaplıcalarımıza olan talep her geçen gün artmaktadır. 1992 yılında günde ortalama 2.500-3.000 kişi girmekte iken, 1996 sezonu itibarı ile bu sayı 4.000’e çıkmıştır. Normal kapasiteleri ise günlük 15.000 kişi olarak tesbit edilmiştir. Bu artan talebe karşı gelirin de aynı şekilde arttığı düşünülürse, kaplıcaların maddi açıdan faydası ortaya çıkar.

      Kaplıcalarımıza sadece bölgesel misafirler değil, yurdun her tarafından tedavi amacı ile gelenler oluyor. Özellikle yazın (Haziran-Ekim arası) tedavi ve dinlenme amacı ile ilçeye gelenler çoğunlukla Zonguldak’lılardır. Bunun yanısıra  Malatya, Trabzon,  Çorum ve  Kastamonu yoğunlukta olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’dan  gelenler olmakta ve en az on gün süre ile ilçemizde kalmaktadırlar.

      Tedavi için gelenlerin genelde Romatizma, Siyatik, cilt, kadın hastalıkları, bel ağrıları ve Egzema gibi hastalıklardan şikayetçi oldukları ve düzenli bir kaplıca tedavisinden sonra hemen hepsinin memnun olarak ayrıldıkları gözlenmektedir.

      İlçedeki termal suyun daha aktif ve modern bir şekilde kullanılması için 1994 den itibaren yoğun bir çalışma başlatılmış, bir çok proje hazırlanarak ihaleleri yapılmıştır. Bunların bir kısmı bitmiş, bir kısmı  2-3 yıl içinde hizmete girecektir.

 
       1-BÜYÜK KAPLICA:

      Günümüze kadar birkaç tadilat geçirmiş olan  tesis,1985 de son bir iç ve dış düzenleme ile biraz daha kullanışlı hale getirilmiştir. Bu değişiklikle  kurnalı yıkanma yerleri havuzun olduğu bölümden ayrılarak göbek taşı da ilave edilip  başka bir bölümde yeniden hizmete sunulmuştur. Ayrıca, mevcut soyunma kabinlerinin ve aileye mahsus küvetli özel kabinlerin sayıları da artırılmıştır.

    Üstüne bir de kat eklenen  kaplıca binasında ayrıca Fizik Tedavi bölümü ve idare büroları  yenilenmiştir. Girişe ise turnikeler konularak kolaylık sağlanmıştır.
Kadın ve erkek bölümleri simetrik olarak birbirinin benzeri olan kaplıcamıza ortalama olarak, günlük kışın 250, yazın ise 5.000 kişi girmektedir.
   Belediye tarafından işletilmekte olan Büyük Kaplıca’nın su kapasitesi daha önce 3 Lt/Sn ve kendi tabii kaynağını kullanmakta iken,1984 yılında M.T.A. tarafından açılan kuyudan çıkarılan su verilmeye başlanmıştır.


   2-KÜÇÜK KAPLICA:
Yenice Mahallesi Camii arkasında, küçük bir binada hizmet vermektedir. Açık bir soyunma yeri ile kurnalı bir yıkanma yeri ve havuz bölümünden ibaret olan bu kaplıcaya öğleye kadar erkekler, öğleden sonra da bayanlar girebilmektedir. Ortalama günlük giriş kışın 250, yazın ise 400 kişidir.
1984 de çıkarılan su kullanılana kadar, bu kaplıcanın bir bölümünde kum ve böbrek taşı dökmeye yarayan ve sindirime iyi gelen ılık bir  su akardı.
   3-KAPLICA TEDAVİSİ:
Bu gün gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki aşırı ve çarpık kentleşme sonucu oluşan hava ve çevre kirliliği, insan sağlığını bozup işgücü verimini azaltıyor. Bunun sonucu olarak sık sık görülen sinirsel yorgunluk, beslenme bozukluğu ve Romatizmal rahatsızlık gibi bir çok hastalığı tedavi için insanlar kaplıca, dağ ve deniz gibi tabii kaynaklardan faydalanma yolları aramaktadır.
Buralardan tedavi amaçlı faydalanma isteği, belirli bir zaman ve yer değiştirme mecburiyeti getirir. Bu amaçla insanlar, gittikleri yerde konaklama, beslenme, tedavi ve eğlence ihtiyaçlarını karşılayacak tesisler isterler. Ekonominin arz-talep kuralları içinde işleyen bu olay, günümüzde sağlık turizmi olarak bilinir.
Kaplıca, günümüzde modern bir anlayışla, yalnız suya girilmek için gidilen yer değil, geniş çapta bir dinlenme ortamıdır. Bu sebeple, Batı’daki su şehirleri, bölgenin en bakımlı ve şirin kentleri haline getirilmiştir. Gelenlerin hoşça vakit geçirebilmeleri ve ruhsal yönden de dinlenebilmeleri için gerekli imkanlar sağlanmıştır. Bu kentler, tiyatro, konser salonu, park, otel, lokanta ve temiz doğaları ile ender ve sakin birer sayfiye şehirleridir. Oralarda sağlığa aykırı (Klakson, gürültü, sokakları kirletmek gibi) her türlü hareket yasaklanmış olup, gelenlerin rahat ve huzuru için her türlü tedbir düşünülmüştür.
Kentin önemli yerlerine konulmuş şehir ve çevre plânlarında, bölgenin tüm ziyaret  yerleri belirlenmiş, şehrin ve kaplıcanın tarihçesi, coğrafi durumu, iklimi, şifalı suların özellikleri ve iyi geldiği hastalıkların anlatıldığı bol yayın vardır.
Buna karşılık bizde, ağır bir ihmal ve umursamazlıkla bu konulara pek değinilmemiştir. Çalışmalar daha çok ilmi düzeyde kalmış, bunlar uygulamaya konulamamış. Yetkililerin dar görüşlü ve cesaretsiz olmaları yanında, hantal yapılı sistem ve mevzuat da bir engel olarak bu konudaki teşebbüslerin önüne çıkmıştır.
Kaplıcaya tedaviye gelen hastaların, huzura, sükunete, temiz ve rahat otel ve pansiyonlara,  kolay  ve  rahatça  gezinti  yapabilecekleri  alanlara,  oturup   sohbet edebilecekleri parklara, yeşil alanlara, ucuz ve temiz lokantalara, konser  ve sinema salonlarına, egzersiz merkezlerine, temiz ve gürültüden korunmuş gazino ve çay bahçelerine ihtiyaçları vardır.
Gelen misafirlere bunlar sağlanmaz ise genellikle ruhsal bunalıma girmekte, dinlenmek ve tedavi için ayırdıkları zaman bir işkenceye dönüşmektedir. Günlük ve sosyal hayat açısından büyük sapmalar gösteren bir kaplıca ortamından, madden ve manen kendini zorlayarak şifa aranmaz. Artan ruhsal bunalım ve sıkıntı, kaplıcanın sağladığı şifayı kolayca alıp götürebilir.
Sağlıklı bir çevre ve kaplıca ortamının ruhsal etkisi, şifalı suyun  faydası kadar önemlidir. Günlük hayatında, daha iyisine alışık olan bir kimse, girmekten tiksindiği otel odalarında veya birbirinden müşteri kapmak için yarış ve kavga eden “hamamcı simsarları”nın daracık odalarında, kaplıca kürü yapmaya zorlanamaz. Onlara sağlanacak sosyal ortam, en az yaşadığı çevreye denk olmalıdır.
Doktorun teşhisi ile, kaplıcaya gitmesinde engel olmadığı klinik ve laboratuar muayenelerle tesbit edilmiş hastalar, araya başka bir hastalık ve problem girmediği takdirde, doktorun tavsiye edeceği bölge ve usülde kaplıcalardan faydalanabilir.
Hastalar kulaktan dolma bilgiler yerine mutlaka doktorun tavsiyeleri doğrultusunda banyo alma şekli, günlük ve seanslık banyo süresi, kaplıca süresi, beslenme ve dinlenme şekillerine dikkat etmelidirler.
Kaplıcanın bulunduğu bölgenin iklimi de kaplıca tedavisinde etkili olmaktadır. Özellikle kalp ve dolaşım sistemleri tam sağlıklı olmayan yaşlı hastalar, sıcak bölgelerdeki kaplıcalara özellikle yaz aylarında gitmekten kaçınmalıdırlar.
Sabah ve öğle banyo seanslarından sonra kısa bir süre yatarak dinlenilmeli, arkasından doktor tavsiyesine göre, çamur uygulaması, masaj ve egzersiz gibi yardımcı tedavi metodları uygulanmalıdır. Günlük en çok 30-40 dakikadan fazla sürmeyecek bu uygulamalardan bıkılırsa, haftada üç güne indirilebilir.
Bu uygulamalardan arta kalan zamanlar ise, gezinti ve yürüyüş yapmak, müzik dinlemek, sinema seyretmek veya yorulmayacak şekilde başka eğlencelerle değerlendirilebilir. Bu şekilde kaplıcadaki günler, sıkıcı olmaktan kurtulacak ve sinirler dinlenecektir. Böyle bir dinlenme ile kazanılacak rahatlık, kaplıca tedavisinden alınacak sonuca olumlu etki edecektir. ”Aman günlerimi doldursam da,şuradan kurtulsam!” havası içinde yapılacak  sıkıntılı bir kaplıca tedavisinden, tam olarak fayda sağlanamayacağı bilinmelidir.
Banyolar devam ederken, bazı hastaların durumlarında “Termal Reaksiyon” veya “Termal Kriz” denen bozukluklar olur. Kişiden kişiye değişen bu durumda, uykusuzluk veya devamlı uyuma isteği, bitkinlik, huzursuzluk, sinirlilik, cinsel arzunun artması, baş ağrısı, bulantı, midede şişkinlik, kabızlık, ishal, gaz, sık idrara çıkma, çarpıntı, nefes darlığı, kol ve bacaklarda uyuşma, sebepsiz terleme şeklinde ortaya çıkan bu geçici krizin, tedavi sonucuyla bir ilgisinin bulunmadığı ve insanların kaplıcaya gösterdiği bir tepki olduğu fikri hakimdir.
Normal olarak bir iki gün süren bu tablo kendiliğinden kaybolmakta ise de, tedirgin edici bir seviyeye ulaşırsa birkaç gün için banyolara ara verilmesi ve sadece egzersizle yetinilmesi, krizin atlatılması için yeterlidir. Mecbur kalınırsa, doktor tavsiyesi ile alınacak yatıştırıcı ilâçlarla durum kontrol altına alınabilir.
Kaplıca tedavisi sırasında ortaya çıkabilecek bu krizden başka,tedavi süresi bitip eve dönüldüğünde,banyo krizine benzer, fakat ondan çok daha hafif “Kaplıca Sonu Yorgunluğu” denen bir olay da dikkati çeker. İkinci bir “Uyum Bozukluğu” olarak bilinen böyle hallerde, hastanın iş hayatına hemen başlamadan, evde 5-6 gün dinlenmesi, şikayeti azaltmaktadır.

4-KAPLICALARIMIZIN ŞİFA VERDİĞİ RAHATSIZLIKLAR: 
a-Ank.Ün.Tıp Fak.Fiz. Tıp ve Reh. Ana Bilim Dalı Bşk.lığı raporuna göre.     

      1-İnaktif devredeki Ramotoit Artrit ve benzeri hastalıklarla, Seronegatif Spondartrit’ lerin tedavisinde. (İltihaplı ve iltihapsız  eklem rahatsızlıklarında.)
      2-Eklem çevresi ve diğer yumuşak doku Lezyon’larında. (Eklem çevresi dokuların romatizmal ağrılarında. Eklem bağlarının, harekete engel olan rahatsızlıklarında.)
      3-Osteartroz’da. ( Romatizma ve burkulmaya bağlı ağrılı şişlerin tedavisinde.)
      4-Gut (Nikris veya Damla hastalığı) ve benzeri Metabolik hastalıklarda. (Özellikle şişman yapılı erkeklerde görülen Gut hastalığının müzmin devrelerinde.)
      5-Kırık-çıkık ve Travma Sekellerinde. (Kırık-çıkık sonrası ağrı  tedavisinde.)
      6-Akut devre dışı bazı Nörölojik hastalıklara bağlı felçlerin tedavisinde. (Kol ve bacak felçlerinin müzmin devreleri ve Çocuk Felçlerinde.)
      7-Kronik devredeki çeşitli kadın hastalıkları ve hormon bozukluklarında. (Kadınların müzmin bel ağrılarında, kadınlık organı rahatsızlıklarında, âdet kesimi devresi rahatsızlıklarında ve bazı tür kısırlık hallerinin tedavisinde.)
      8-Bazı cilt hastalıklarında.
      9-Depresyon, zihinsel yorgunluk gibi bazı ruhsal bozuklukların tedavisinde. (Bazı ruhsal rahatsızlıklarda, aşırı sinirlilik hallerinde.)
      10-Romatizmal hastalıklara veya tümör iltihabı dışında çeşitli bozukluklara bağlı omuz, kol, bel ve bacak ağrılarında.
      11-Saçlı derinin kepeklenmesine karşı.
      12-Sedef hastalığı tedavisnde.
      13-Egzema ile kaşıntılı ve artma eğilimi gösteren deri hastalıkları tedavisinde.
      14-Ağız içi hastalıklarının tedavisinde.

     Ayrıca, kaplıca sularımız:
 
       1-Kükürtlü olduğu için: Paraziter ve mikrobik deri hastalıklarında, Sebereik deri hastalıkları ve Psoriasis tedavisinde.
       2-Arsenikli olduğu için: Egzema, Psoriasis ve Prorige tedavisinde.
       3-Demirli olduğu için: Ağız hastalıkları ve Lökopsilerde.
       4-Klorlü olduğu için: İrritasyona eğilimli dermatozlarda.
       5-Silikatlı olduğu için: Proriler, Egzemalar, İrritasyona eğilimli Dermatozlar ve Seberoik Dermatillerin tedavisinde de olumlu sonuçlar vermektedir.

b-An.Ün. Tıp Fak.Dermatoloji Ana Bilim Dalı Bşk.lığı (30.07.1984 tarih ve 184 sayılı) raporuna göre:

      1-Saç kırılmaları, kepeklenme ve sulu kabuklanmalarda.
      2-Kasık ve ayak mantarları, Sedef hastalığının geç devresindeki sebepsiz kaşıntı, göz çapaklanması, deri kabuklanması ve mikrobik zedelenmelerde.
      3-Egzemaların, el ve ayak parmak aralarının sulu-akıntılı ve kaşıntılı rahatsızlıklarının, sabun-sprey ve petrol ürünleri ile meydana gelen allerji ve cilt çatlaklarının tedavisinde.
      4-Ağız içinde, dilde ve yanak içindeki yara ve müzmin boğaz hastalıklarının tedavisinde.
      5-Kaplıca suyunun soğutularak içilmesi suretiyle solucan, tenya, kurt ve şerit düşürülmesinde ve hazmın kolaylaştırılmasında.
      6-Kaplıca suyuna oturulmak suretiyle, devamlı kanayan mayasıllarda.
      7-Uzun yıllar süren mafsal rahatsızlıklarında.
      8-Lumbago, sırt, bel ağrıları ile kol ve bacaklardaki uyuşma ve şişlikte.
      9-Çeşitli kırık ve çıkıkların iyileşme safhasında ve daha sonraki ağrılara karşı,
    10-Fazla gıda ile beslenen şişman hastaların ayak ve bacak ağrılarında.
    11-Müzmin yatalak hastalarda, çocuk felci ve siyatik ağrılarında.
    12-Kadınların müzmin bel ağrıları, ateş basmaları, ayak şişmeleri ve bazı kısırlık tedavisinde, olumlu sonuçlar vermektedir.

5-SEYHAMAMI KAPLICALARI:
Seyhamamındaki kalıntılardan anlaşıldığına göre Bizans dönemine ait kalıntıların olduğu çevre kazı sırasında bir havuz, iki soyunma yeri olduğu (Bizans dönemine ait 2.Konstantin devri) soyunma yerlerinden birinin kadınlara diğerinin erkeklere ait olduğu anlaşılmaktadır. Anadolu’ya Selçuklular hakim olunca tabi bir afet sonucu mevcut kaynak yer değiştiriyor ve Selçuklular bu yeni kaynağın üzerine hamamı kendi tarzlarında kadın ve erkek bölümü olmak üzere yeniden yaptırıyor. Hamamın 30 metre kuzey karşısına han yaptırılıyor. (Selçuklular tarafından)
Hamama gelen misafirlerin yiyecek, içecek ve konaklamaları Devlet tarafından karşılanıyordu.(Selçuklular tarafından) Selçuklu devleti dağıldıktan sonra beylikler oluşuyor ve o dönem hangi beyliğin çalıştırdığı belli değildir.
Belli olan 2.Murat döneminde Yukarı Kise köylü Ankara Kale Kumandanı İskender beyi çağırarak Merkez hamam olmak üzere 6 km tapusunu İskender beye veriyor ekip biçerek, işleterek konaklamaya gelen misafirlerin ihtiyaçlarını ücretsiz karşılayacaksın diyor. İskender beyin iki oğlu bulunmaktadır.Hasan ve Hüseyin bunlar Hacıbayram tarikatına girerek Şeyh’lik ünvanını alıyorlar. Şeyh Hasan babasının sözünü tutarak hamama gelen tüm konukların bakımını ücretsiz yapıyor.
Şeyh Hasan’ın çocuğu olmadığından Şeyh Hasan’ın ölümünden sonra Devlet tekrar hamamı ele alıyor. Zamanın Yukarı Kise Köyü ileri gelenlerini çağırıyor, hamamın işletmesini veriyor ve yine konuklar ücretsiz olarak konaklanacaktır talimatı padişah tarafından veriliyor ve ceylan derisinin üzerinede zabta geçiriliyor. 2.Murat’tan sonra Sultan Hamide kadar bu ceylan derisi padişahlar tarafından tasdik ediliyor. Bu zaman zarfından Yukarı Kise Köyü tarafından gelen konuklara ücretsiz hizmet veriliyor.
1840’la-1850 arasında Selçuklular Hamamın yanına yapmış olduğu konaklama hanı yanıyor ve hizmet verilemez hale geliyor. Osmanlının çalkantı dönemine girildiği için hamam yeniden imar yapılamayarak Cumhuriyet Devrine kadar sahipsiz ve bakımsız kalıyor.
1932 yılında Ankara halkından Abacı Zadeler, Kınacı Zadeler, Yağcı Zadeler hamamda konaklayarak bazı yerlerini tamir ettiriyorlar. Aynı adla geçen Seyhamamı Cami de aynı Bizanslılar döneminde kilise halinde iken Selçuklular döneminde camiye çevrilerek günümüze kadar gelmiştir.
Cumhuriyet Döneminden sonra tarihi eser olduğu için Devlet koruma altına almış bulunuyor. 1960 yılında Çerkeş, Eskipazar ve Gerede ağırlıklı olmak üzere burayı modern bir şekilde o zamanki şartlara göre tamir ettiriliyor bilahare Vakıflar Genel Müdürlüğü köy tüzel kişiliği namına kiraya veriyor. Köy tüzel kişiliği de ayrıca şahsa kiraya veriyor. 1976 yılında hamamın tekrar restorasyonu Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılıyor. 1983 yılına kadar tamamlanıyor. Halen Vakıflar Genel Müdürlüğünce umuma açık bir ihaleyle şahıs tarafından işletilmektedir.
 NOT:Osmanlı Salnamelerinde Hamamın diğer bir adı da bey hamamı olarak geçmektedir.Daha sonra Seyhamamı olarak değiştirilmiştir.
Kaynakça:Osmanlı Salnameleri, Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunan bilgiler .
 
 Seyhamamı kaplıcaları'nın Haçlı Seferleri sırasında, Almanlar tarafından yaptırıldığından bahsediliyor. Eski ismi Kilise olan Seyhamamı, Candaroğlu İskender bey bin Mehmet Bey'in mülküdür. Bütün bölgeye ismini veren İskender Bey, elindeki bir kısım emlak ve araziyi vakfederken, Seyhamamı'nı mülkiyetinde bırakır.Köye ismini veren eski Bizans kilisesi ise muhtemelen onun zamanında (XV.asrın ikinci yarısı) yıkılmış ve aynı yere bir cami inşa edilmiştir. Bu cami birkaç defa restorasyon geçirdiği halde, orijinal şekliyle hala ayakta. Vaktiyle hamamın karşısındaki han yıkılmış ve yerine bir çay bahçesi yapılmıştır.
1907 Ankara Salnamesi'ne göre (Shf:160) Seyhamamı'ndaki kaplıca, bu tarihlerde de açıktır. Tarife göre "Seğ Hamamı, cüz'i miktarda kükürt ve ziyade miktarda Allumin'i havi ve suyu gayet mebzuldür" Yakın zamana kadar (1950 yıllarında) şimdi asfalt zemin olan hamamın önündeki alan su birikintisi bir gölcük olup içinde kömüşler yüzermiş. Hamam'ın ayağından çıkan suların meydana getirdiği bu sulu ve çamurlu yerde, gelen hastalar şifa için başlarına kadar çamura gömülür ve 1-2 saat burada bekletilirlermiş...
Osmanlı Alimi Ali Cevad, Seyhamamı'ndan, "Sek Hamamı" diye bahseder.
Nakledildiğine göre, eğer kaplıcalara giriş için ücret alınırsa, hamamdan yılan çıkacağı söylenirmiş. Eskiden hamama giriş için yakın zamanda ücret alınmaya başlanmış ve ilginçtir ki bundan sonra pek çok yılan çıktığı gözlenmiş. Ancak sonradan ve halen giriş ücretli olduğu halde böyle bir şey görülmüyor.
1943 Çerkeş depreminde Seyhamamı tesisleri harap olunca ufak bir tamiratla yeniden kullanılır hale gelmesi sağlanmış ve uzun yıllar ilkel bir şekilde kalmıştır.
 
 Seyhamamı,  ANKARA-Kızılcahamam ilçesinin Çerkeş yolu üzerinde Güvem bucağının 2 km kuzeybatısındadır. Ankara’ya 100 km uzaklıktadır.
Ankara metropolünün önde gelen kaplıca yöresidir. Kaplıca turizmi ile her yıl yerli ve yabancı turiste hizmet vermektedir. Sağlık kuruluşlarınca hastalara tavsiye edilen kaplıcada özellikle Romatizma, Kalp ve Dolaşım, Kadın Hastalıkları, Böbrek ve İdrar Yolu Hastalıkları, Mide ve Bağırsak Hastalıkları, Sinirsel Hastalıklar, Eklem ve Kireçlenme, Beslenme Bozukluğu gibi hastalıklara faydalı oluyor.
Su sıcaklığı 43oC, ph değeri 6.5dır. Bikarbonatlı, sodyumlu, kalsiyumlu, karbondioksitli ve florürülü bir bileşime sahiptir. Banyo ve içme kürlerine elverişlidir.Havuzlara su katılmadan girilebilir. Kalsiyum bikarbonatlı olan su içilir.
Seyhamamı,  k ı r turizmi için mükemmel olanaklar sağlayarak turizme ayrı bir renk ve güzellik katmaktadır.Yoğun orman örtüsüne sahip olan yerleşim bölgesi, iş temposunun stresini atmak, dinlenmek, spor yapmak, avlanmak, gürültü ve kalabalıktan uzakta sessiz ve temiz bir ortamda iyi bir vakit geçirmek için ideal bir yerdir.
Seyhamamı, tarihi güzellikleri bakımından da zengin bir yer.Geçmişten izler taşıyan ve görülmeye değer yerler arasındadır.
Dağ turizmi meraklıları için kamp, tırmanma ve yürüyüş alanları mevcut.Orman yollarında treking yapmayı sevenler için bulunmaz bir fırsat.         
NEREDE KALINIR:Otel ve pansiyonlarda


COĞRAFYA YAPISI ve KONUMU
Ankara-Kızılcahamam kazasının kuzeydoğusundaki Güvem beldesinin 2 km kuzeybatısında yer alır.
YÜKSELTİLER
Seyhamamı yakın çevresinde Sivrigöl T (1520 m.), Sırkavak T (1330 m.), Sivri T(1411 m.), Beygüneşi T(1346 m.), Ayvacıkkuyusu T(1453 m.), Tekmen T (1410 m.), Zurnacının doruk (1375 m.), Tepe T (1433 m.), Kuvan T (1290 m.)önemli yükseltilerdir.
AKARSULAR
Doğubatı yönünde akan su dere, kuzeygüney yönünde akan Gürcü dere ile birleşerek Sabuncukaya boğazını geçtikten sonra Hamam dere ile birleşir ve güneye doğru akar.
YÜZEY ŞEKİLLERİ
Yüzey şekilleri jeolojik yapı, kaya türleri ile doğrudan ilişkili olup, bunların kontrolünde bir gelişim göstermektedir.Kuzeygüney doğrultusunda üc ana akarsu ile dört sahaya bölünmüş bulunmaktadır.
Alan içinde en yaşlı kaya türleri Tersiyer yaşlı volkanitlerdir.Bunlar andezit, bazalt, tüf-tüfitten oluşmuştur.
Lavlar ara lav(üst miyosen) ve üst lav (Pliyosen) olmak üzere iki farklı bölümdedir.
İKLİM VE BİTKİ ÖRTÜSÜ
Yıllık ortalama sıcaklık 5,9 oC, yıllık yağış 507,6 mm.dir. Thorntwaite formülüne göre hazırlanan “Deneştirmeli Nem Bilançosu” ve “Buharlaşma ile Terleme”ye göre Haziran sonundan Ekim ayı başına kadar toprakta su azlığı, Kasım ayı sonundan Nisan ayı sonuna kadarda toprakta su fazlalığı vardır. İklim tipi Okyanusaldan karasala geçiş şeklindedir.





Soğuksu Milli Parkı

      Tabii güzelliklerimizin belki de en çok bilineni ve önemlisi olarak yıllardır ilçemizle birlikte anılır. Ankara’ya 81 ve ilçe merkezine 1 Km. uzaklıkta bulunan Soğuksu, 1959 da hükümet kararı ile Millî Park yapılmış.


      Park sahasının kaynak değerlerini, İç Anadolu stebinden Kuzey orman kuşağına geçişteki Karaçam ormanları ile bu ormanların sunduğu rekreasyon potansiyeli teşkil ediyor. Zaten bu özelliği ile Millî Park yapılması düşünülmüş.  “Zümrüt” gibi bir yeşilliğin hakim olduğu park alanı, gerçekten bozulmaya yüz tutmuş tabii zenginlikler içinde orijinal yapısı ile ender güzellikleri saklayan ve her mevsim farklı görüntülerle insana sunan bir esrara sahip.

      Hemşehrim Himmet Arslan, Millî Parkımızın eski günlerini şiirimsi bir ifadeyle şöyle dile getirmeye çalışıyor:


      ”Bir genç gurubu, bir aile Millî Park içinde ay ışığının verdiği sükûn ve rahatlıkla, çadırlarında renkli fenerlerle süslü unutulmaz gecelerini yaşarken, Aşıklar Yolunda mes’ut çiftleri elele görmek olağan şeylerdendir. Reçine kokulu çam ormanları,eskinin ünlü kahramanı Köroğlu’nun at sürdüğü ve Bolu Beyi’ne kafa tuttuğu yaylaların devamıdır.

      Kaynağına sığmayıp taşan kaliteli membağ suları,kır tipi şömineleri, sıhhî tuvaletleri, kır bankları,çocuk bahçeleri, spor alanları, telefon kabinleri, hayvanat bahçesi, tabiat müzesi, gazino ve diğer eğlence yerleriyle ilham verici güzelliktedir.

      Bu bölgede inşa edilen, mızrak gibi göğe yükselen çam ağaçlarının arasında muhteşem turistik hotel, (Çam Oteli) her mevsimde bir başka güzellikle insanlara bağrını açan tabiatın göğsünde bir yürek gibidir.

      Güneşli günlerde piknik alanları dolup taşarken,kışın kar,orman denizini beyaz bir gelinlik gibi kaplayınca bu hareketli hayat durmaz. Bu sefer kışın tadını çıkarmak, karda dolaşmak ,kayak yapmak, kışın eşsiz görünümünü seyretmek insana mutluluk verir. İşte bu çam parçası, büyük şehrin tozlu dumanlı, gürültülü ve bitkin hayatından kaçanların, yaka silkenlerin bir dinlenme ve istirahat yeridir.”

      Bu tesbitler 1970 lerde yapılmış ve yazanın bakış açısından bunlar görünmüş.  En son 1975 de zamanın Millî Park şefinin gayretiyle yapılan bazı değişiklerden (Şömineler, çöp bidonları, çeşmeler) sonra uzun yıllar boyunca Millî Park’a el değilmemiş. Masalar kırılmış, ocaklar battal olmuş, tuvaletler bakımsız ve çeşmeler akmaz olmuş ve belkide en önemlisi olarak temizliği konusunda gayet pasif davranılmış. Ancak 1999 yılı içinde piknik masalarının 2000 yılı içinde de çeşmelerin yenilendiğine şahit olduk. Bu konuda gayretlerini bizzat gördüğüm Millî Park Şefi Selçuk Demirbağ’a ilçem adına teşekkür ederim.

      İdarî bakımdan Orman Bakanlığı Millî Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü, Ankara Baş Mühendisliğine bağlı olan Millî Park içinde 16 Km. lik stablize bir çevre yolu, dağ turizmi meraklıları için kamp, tırmanma ve yürüyüş alanları yanında oto-kros parkuru olarak kullanılabilecek yerler mevcut.

      Ayrıca Kuzcapınar ve Gölderesi mevkilerine uzanan talî orman yolları mevcuttur. Günün her saatinde, her köşesinin ayrı güzellikte manzarası olan parkımızın her mevsimde ulaşımı uygundur. Sahanın yakın çevresinde Kızılcahamam ilçe merkezi ile ilçeye bağlı Karacaören, Sazak, Saraycık ve Yeşilköy gibi köyler bulunmaktadır.  

      Parkın sahası 1370 hektar olup, bunun 220 hektarlık kısmı (tesis, zirai arazi, çayır, kayalık Vb.) açık alan geri kalan 1150 hektarlık kısmı ise ormanlık alandır. Ormanlık alanın genel alana oranı % 83 dür. Sınırları ise; Kuzeyde Tolubelen Tepesi, Biraderin Pınarı, Çakmaklının Doruk ve Kayabelen Tepesi. Doğuda; Kara tepe ve Kol tepe. Güneyde; Samrıdoruk Tepe ve Harmandoruk Tepe. Batıda ise; İncegeliş Sırtı, Göllü Mevkii ve Tolubelen Tepesi vardır.

 

      Kara Akbaba:

      Burada İlçemiz için önem arzeden ve Souksu Milli Parkının karakyeristik özelliklerinden Kara Akbaba hakkında bilgi vermek gerekecektir.

        Dünyada nesli tehlikede olan ve Avrupa'nın birçok bölgesinde de sayısı hızla azalan Kara Akababa türüne ait Türkiye'deki bilinen en büyük kolonilerinden biri ilçemizde bulunmaktadır. Birleşmiş Milletlerin desteği ve Orman Bakanlığının ortak çalışmaları ile yürütülen bir proje ile uzun vadede, kısmen Milli Park olan alanın içindeki Kara Akbaba kolonisini tehdit eden faktörlerin belirlenmesi, ortadan kaldırılarak populasyonun korunması amaçlanmıştır.

      Varolan populasyonun durumunun tesbiti için saha çalışmaları yapılmıştır. Literatür taramaları yapılarak türe ait bilgi derlenmiş ve Avrupa için Birdlife International tarafından 1995 yılında hazırlanmış Kara Akbaba Koruma Eylem Planı Türkçe’ye çevrilmiştir.

      Proje alanının temel ekosistemi Karaçam Pinus nigra ile Meşe Quercus sp. ormanıdır. Belli bir boyun üzerindeki çam ağaçlarının kesimi, potansiyel ya da kullanılan yuva ağaçlarını ortadan kaldırarak, türün üreme başarısını olumsuz etkilemektedir. Ormancılık faaliyetlerinde, yaban hayatını dikkate alan yaklaşımlar tercih edilmesi gereği bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu yüzden, saha çalışmaları sırasında belirlenen aktif ve potansiyel yuvaların bulunduğu ağaçlar için olası bir kesim çalışmasına karşı ilçemiz Orman İşletmesi ile temasa geçilmiştir.

      Kuş Araştırmaları Derneği; Kara Akbaba 2001 proje ortakları Orman Bakanlığı Milli Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü ve Ankara Başmühendisliği ile 2-3 Kasım 2001 tarihlerinde “Kara Akbaba Koruma Eylem Planına Doğru” başlığı altında, Soğuksu Milli Parkı’nda bir çalışma düzenlemiştir. Bu çalışma sonuçları bir rapor olarak derlenmiş, ayrıca Türkiye için bir Koruma Eylem Planı taslağı hazırlanmıştır. Bu çalışma sonunda belirlenen Kara Akbaba ile barışık ormancılık çalışmalarının da içinde yer aldığı, Orman İşletme Şeflikleri’nin bilgilendirilmesi amacıyla bir kitapçık basılması kararlaştırılmıştır. Bu kitapçık Hollanda Tarım Doğa ve Gıda Kalite Bakanlığının desteklediği Kara Akbaba 2003 Projesi kapsamında bastırılıp ilgili kurum ve kuruluşlara dağıtılmıştır.

      Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı’nda ziyaretçilerinin kontrolsüz olarak alanın her noktasına ulaşabilmeleri de Kara Akbaba’nın üreme başarısını olumsuz yönde etkileyen bir diğer faktördür. Gerek ziyaretçilerin gerekse yerel halkın akbabalar ve ekosistemdeki yerleri konusunda bilgilendirilmesi ile bilinçli bir ziyaretçi kitlesi oluşması amacıyla;

       1-Milli Park girişinde bir ziyaretçi merkezi yapılması ve bu merkezin bir bölümünün Kara Akbaba’ya ayrılması planlanmıştır. Yapım çalışmaları tamamlanan bu ziyaretçi merkezinde, Kara Akbaba dışında bölgede bulunan diğer hayvan ve bitki örtüsüne dair bilgi edinilmesi mümkündür.

      2-Yerel halkla yapılan toplantılar ve yöre ilköğretim öğrencileri için düzenlenen şenlik bu yörede gelecekte de Kara Akbaba konusunda bilinçli bir toplum oluşmasına katkı sağlanması amaçlanmıştır. Bölge halkına Kara Akbaba’yı tanıtıcı poster ve broşürler dağıtılmıştır.

      3-Kızılcahamam’daki ilköğretim okulu öğrencilerine 10 Haziran 2001 tarihinde Kızılcahamam Soğuksu Milli Parkı Festival Alanı’nda “Kara Akbaba Çocuk Şenliği” düzenlenmiş, çocukların aktif katılımının sağlandığı oyunlarla konu hakkında bilgilendirilmişlerdir.

      4-Milli Park ziyaretçilerinin profilini çıkarmak ve Milli Park’a bakış açılarını öğrenebilmek amacıyla bir anket çalışması yapılmıştır. Ayrıca ziyaretçilerin Milli Park sınırları içerisindeki yuvaları rahatsız etmelerine karşı, bazı gezi yollarının geçişe kapatılması önerilmiştir.

      5-Tüm bu proje çalışmalarında, Kızılcahamam Orman İşletme Müdürü, Kızılcahamam Merkez İşletme Şefi ve Milli Parklar Şefi ile Kızılcahamam Kaymakamlığı ve Belediyesi’nin katılımı ve projeyi sahiplenmesi ile Kara Akbaba 2001 Projesi yöreden önemli ölçüde destek görmüştür. Ayrıca arazi çalışmaları ile çocuk şenliği ve bilgi derlenmesinde gönüllü desteği de alınmıştır.
      2002 yılı Ağustos ayında tamamlanan bu proje ile ilgili olarak, önümüzdeki dönemlerde de Kızılcahamam’daki Kara Akbaba populasyonu gözlem çalışmaları aralıklı olarak devam etmektedir.


      Su Alanları:

      Soğuksu Milli Parkı içerisinde su alanı bulunmayıp, mevcut tesislere su veren su depoları vardır. Alan içinde muhtelif yerlerde 4 adet su deposu ve 27 adet çeşme var.Milli park sahası içerisindeki sular, milli parkın ve diğer tesislerin (otel-gazino) ihtiyacını karşıladığı gibi, şişelenerek piyasada da arz edilmektedir. Milli park sahası içerisinde akan küçük dereler mevcuttur, yaz-kış akan bu derelerde hiçbir kirleticiye rastlanmamıştır. Soğuksu deresi balıkçılık için uygun ise de, su ihtiyacı çok fazla olan milli parkta balık üretimi yapılmamaktadır. Daha önceleri suni alabalık üretilmeye başlanmıssa da sonradan vazgeçilmiştir.

 
      Kullanım:


      Millî Park, gerek İstanbul-Ankara karayolu üzerinde bulunması ve gerekse arzettiği rekreasyonel kaynak özelliği sebebiyle yoğun bir kullanıma sahne olmaktadır. Millî Park içinde 10 değişik yerde toplu kullanım alanı mevcuttur:

        -Aşağı (Küçük) Soğuksu: Millî Park’ın girişinden itibaren idare binası, kır gazinosu, büfe, otopark ve çocuk parklarının bulunduğu en yoğun bölgedir.

        -Yukarı (Büyük) Soğuksu: Biraz daha ileride Altın Su işletmesinin ve eski gazinonun bulunduğu günü birlik kullanım bölgesidir.

        -Bahçeyeri: Büyük Soğuksu’dan sonra, çevre yolunu takiben gelinen ve Patalya termal Otelinin de içinde bulunduğu günü birlik kullanım bölgesidir.

        -Kuyubaşı: Bahçeyeri’nden sonraki iki ayrı bölümden meydana gelen ve en geniş kullanım kapasitesine sahip olan bölgedir.

        -Gölderesi: Aynı ismi taşıyan derenin vadisinde bulunan ve iki ayrı bölümden meydana gelen günü birlik ve kamp kullanımına uygun bir bölgedir.

        -Bostanlar Tarlası: Ortalama yüksekliği 1400 metre olan, günü birlik ve kamp kullanımına uygun bir bölgedir.

        -Kuzcapınarı: Millî Park içinde en ilginç bölümlerden biridir. Çünkü burada yerli bitki örtüsünün tarihî anıtı olan “Fosil Ağaç” bulunmaktadır. Günü birlik kullanım için elverişli olan bölgedeki fosil ağaç koruma altına alınmalıdır.

        -Göllü: 1500 metre yüksekliği ile, Millî Park alanının en yüksek toplu kullanım alanı olup günü birlik ve kamp kullanımına uygundur.

        -Karaseki: Millî Park ve bölgenin, tabii bitki örtüsünün tipik temsilcisi olan bu bölge, ”Doğal Karakteri Korunacak Bölge” olarak ayrılmıştır.

        -Atatürk Çamı: Büyük Soğuksu’da 1934 yılında Atatürk’ün ilçemizi ziyaret ettiği sırasında dinlendiği yerdir. Gerek tarihî önemi, gerek çevresindeki tabii yapının güzelliği nedeniyle Millî Park’ın en önemli yerlerinden biridir.
 

SAAT  
   
SİNEMALARDA BU HAFTA  
   
Bugün 9 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol